19 Haziran 2015 Cuma

Çatlaklarından sızdım beynime. Korktum önce. Ölü insanlara çarptım, her yerdeydiler. Bir katil miyim diye düşünürken Ardından zihnimizde de birilerini öldürebileceğimizi hatırladım. Eller gerekmiyordu çoğu zaman. Hepimiz katiliydik bir şeylerin. Sonra yine korktum. Ne çok ölü şey vardı? Ne çok kalabalıktı! Atsaydım hepsini yine de gerisinde izler kalacaktı, yapmadım. Orada tanrıya rastladım, gölgesine. Tanrının ayak izlerini bulsam da zamanım yoktu kendisine ulaşamazdım.

İlerlemeye devam ettim, Cümlelerime ulaştım. Kelimelere, harflere. Nedense o an ben her şeyi bir harf olarak algıladım. İlerledim, ilerledim, durmadan. Bazen yol almak güç oluyordu. Önüme çıkan düğümleri açmak… basit düğümleri çözdüm, zorlarını atladım. Vaktim çok yoktu, oyalanamazdım.

Özenle çizilmiş resimlerin yanında karalanmış portreler de vardı zihnimde. Garipsedim önce, anlamına kafa yormadım. Renkler karışmıştı ama karanlıktı yine de. Karanlıktan koşar adım uzaklaştım böylece. Kendimi aramaya başladım. Kendime kavuşmayı arzuladım. Ayağım takıldı, boşluklara düştüm, çıkmaya çabaladım. Göremiyordum önümü bazen. Kendimi ararken ben diğer duyu organlarımı da kullandım.


Sesler vardı ve kokular. Ne zamana ait olduğunu bilmediğim. Ancak Hissediyordum-ben yakında ben’e ulaşacaktım.

(E)


Eriyor güneş gözbebeklerinde,
Gözlerin kararıyor
sonra korku, sonra adım sesleri
sen sen'i terkediyor
Dışarısı aydınlık, etrafın ışık
içinde karanlık -sonsuz-
Söndürmüşsün mumlarını
Bir yerlerde, bir zamanda
Balık izlerinin sesi duyuluyor
(E)
Ruhumun huzursuzluğu ruhumdan
Gözlerim gece karası
Bulutlar geçiyor tepemizden
Sesin nicedir uzak
Tutmuşsun ellerimi
Yıl ilk gençliğim
Kalbim atmaya başlamış ilk kez
Kayıp sözler var sırtımda-bir yük gibi
Kimsenin kimsesi olmak ağırdır
Hisleri yitirmek de
Mevsimlerin, insanların
Ve trenlerin gidişini izlemek
Soğuk bir bankta
Yalnız.
 (E)

17 Mart 2015 Salı


 Mum ışığında hiç tanımadığım şarkılar dinliyorum. Unuturum belki diğer tüm şeyleri diye umarak gizliden gizliye. Bir yandan yanan bir tütsü çubuğu burnuma etnik esintiler getiriyor. Bir yandan annemin ayıkladığı narları yiyorum; tane tane ve kırmızı ama daha çok bordo. Düşkündü özgürlüğüne birtanesi tam onu yiyeceğim sırada atladı kaşıktan ve karıştı orantik halının renklerine çılgın nar tanesi. Ve diğerleri kanıma karıştı daha borda kan.
  Sonra değişti şarkı, dedi kadın; let me be, let me go... Ritim arttı, azaldı, mum ışığı titredi. Nar taneleri karardı, sonra tekrar kızardı. Annemin bana nar ayıklayan elleri; şarkı sözü gibiydiler, tatlı , yumuşak, yorulmuş ama aydınlık. Tanelere sinmiş kokusu annemin ellerinin. Denemiş yaşamayı annem, kadın. Tatlı yüzlü iyi kadın. Hayat yıpratmış, insanlar acımasızmış. Hep çabalamış kimse duymamış; gözleri hep sevgiyi saklamış, gülüşü buruk. Çok istemiş sevilmeyi, sevilmiş belki ama gizli kalmış.
  Nereden geldi annem, kadın, nar, şarkı şimdi? Aklım nara gitti, nar annemi getirdi, annem şarkı oldu, şarkı gibi güzel kadın, kadın gibi şarkı oldu. Bak uzayan saçlara, bak bu gözler ve yaşlar. Bütün bu şarkılar ışık, karmaşık. Ritmi kaçmış şarkı, rengi atmış meyve, elleri varmış kadının,  bağlantılı hayat...(D)

1 Mart 2015 Pazar

Tükendi gece
Söndü ışıklar
Toz bulutu geçti üzerimizden
Saçlarında kaldı yalnızca biraz
Bir de gözlerinde
Zamanın izi kaldı üzerimizde

Tükendi gece
Söndü ışıklar
Durmadan ilerledi akrep ve yelkovan
Tut-a-madık
Zaman aktı öylece

Tükendi gece
Söndü ışıklar
Mumlar yaktık
Işıktan bir yol belirdi önümüzde
Turuncu ve öyle güzel!
Güzeldik…
İlerledik adım adım
Adımlarım adımlarına
Ellerim ellerine dolandı

Tükendi gece
Söndü ışıklar
Ve sonra yeni bir güne ulaştık
Kalplerimizde umut ile
İkimiz…
(E)

23 Ocak 2015 Cuma

Sanki çok uzaklardayım
Yanındayım
-Hiçlik- var burada
Gözlerimin ardında
Ne sen geliyorsun
Ne ben bekliyorum
-boşluk-
Sıyrılamıyorum
Zaman bu denli geçmezken
Akrep ve yelkovan mı tenimden geçen?
Sen misin ruhumdaki kesi
Ve zihnimdeki o zehirli böcek 
(E)



21 Ocak 2015 Çarşamba

Rüyalar gerçek olabilir miydi?

Bir kadın denize karşı bir bankta oturmuş
Deniz ayaklarının altında, yakınında.
Turuncu saçları gündoğumu gibi
Kesilmiş en güzel yerinden
Onu izleyen bir gölge var hemen yanıbaşında
Kocaman irilikte ve kocaman bir –boşluk- gibi
Düşündükçe kadın “güzel bir gün” dedi
O gün için.
Belki bir balık, belki bir martı olabilir de.
Bir fotoğraf, kendisine ait..
Aitlik hissi tükenmiş, gölge onu izlemekte.
Bir kadın denize karşı son sigarasını içerken
Maviyi daha çok sevmekte.
Sigaranın yanan ucu fotoğrafa düştüğünde
Ve yandığında o son fotoğraf
Evren sonsuz ve sessiz
Anladım ki geçti vakit.
Ölümdü yaşanılan.

(E)

13 Ocak 2015 Salı

 Çiçek, kuş, balık...

  Gülüşlerime gölge düşürüyorlar dostum. Yaralar açıyorlar. Sıyrılıp gitmek istiyorum dostum. Bu mavilik bu yeşile çalan kara, bir boşluk yaratmışçasına dilime pelesenk olmuş absürd diyaloglar ve kanca.vurdum duyar insan müsfettelerinin ellerinde yanan kadınlar  o çiçekler güzel kokulu, renkli ayıp çehreleri ve günahkâr. Bak kuşlar; uçuyorlar havanın rengine bürünmüş, solgun seslerinin ardında kanat çırpışları, esrarengiz bulutların altında. Vicdanını yokla dostum kendini kolla. Bu bulutlar , bu ayıp bulutlar, bu yağmur, bu ışık yanıp söner ve kör eder masumiyeti.
   Nefesin buz tutar, bir limanda yalpalayıp karadan uzaklaşan o gemi, suyun hafifliği, özgür balıklar yüzüyorlar suyun serininde. Durağan rüzgarın yelkene çarpışı gibi beklenmedik iç çekişmeli bu zamansal sıkıntı. Feragat etmiş haklarından yosunlu kayalar. İçinden çıkılmaz bir hal alıyor denizi aşmak. Büyük balıklı dalgalar üstüste kapanıyor. Şimdi, uzayan saçlarımda balıklar. Yosunlu kayaların üzerinde güneşle dans. Esen rüzgara kapılan kirpik uçları. Suyun dingin yüzü ve yokoluşun esrarengiz çığlığı. Bu uzayıp giden bir gün. Bitiş noktası ufuk çizgisi. Çizgisel yalınlık, anlamlılık oltası balıkları tuttu. Kaba saba balıkçı çengelli iğnesiyle saldırıyor şimdi.
   Uyanık kalmışlık ve bir bardak kahve. Şimdi masada, denizse uzakta kalıyor. Ne çiçek, ne kuş, ne balık... Rüzgarlı güneş pencerenin arkasında. Kahverengine çalan yeryüzü şimdi, yok yeşili, mavisi. Bir kitap sayfasında kayboluyorum dostum uslanmış gövdem liğme liğme gölgeli. Gülüşlerim şimdi karanlıkta. Zihnim olduğu yerde doğruluyor ve bütün bu usalanmışlığı kabuleder gibi kahveden bir yudum alıyor ve kitabın sayfalarında aramaya başlıyor beni...(D)

11 Ocak 2015 Pazar

Zevk alamıyordum son zamanlarda hiçbir şeyden. Sigara içmek bile anlamsız geliyordu, tatsızdı. Sadece öylece duruyor ve hiçbir şey yapmıyordum. Arada sırada oturduğum yerden kalkıp sırtüstü uzanarak tavanı izlemek ve düşünmek dışında yaptığım çok fazla bir şey yoktu. Bazen de sırf iş olsun diye sert bir kahve hazırlamak için mutfağa gidiyordum. Sonra aceleci adımlarla tekrar odama dönüyordum. Hayvanlar arasında hani kendi alanlarını koruma içgüdüsü vardır ya kendi alanlarını diğerlerinden korumak. Son zamanlarda böyle bir içgüdüye kaptırmıştım ben de kendimi. İletişim kurmak gelmiyordu içimden ve dışarıya adım atmaya da korkar olmuştum. Kaptırmıştım kendimi anlamsız bir döngüye ve çıkamıyordum işin içinden.
Her şey birikmişti yine. Yapmak zorunda olduklarım, ertelediklerim. Yaşamın içinden birçok iş tamamlanmak için sıraya girmişti önümde. Bu işleri ben istemiştim, ben yaratmıştım ama sonunu getirecek gücü ya da isteği bulamıyordum kendimde. Sadece içiyor ve yazıyordum. Uykumu feda ediyordum yazabilmek için. İçinde bulunduğum bu durum iyiden iyiye canımı sıkıyordu, ama hiçbir şey yapmıyordum. “Bir kahve daha yapmalı” dedim kendi kendime. Düşünmek için vakit daralıyor. “Eğer bir yolunu bulup duvarlarını kıramazsan bir daha hiçbir şekilde çıkamayacaksın işin içinden.”
Zaman kavramını kaybetmiştim. Bunda aslında korkulacak bir şey yoktu. Kim isterdi ki saatler ve ölçülerle konuşmayı. Saatler bile gerçek değildi ki. Bir filmden bir replik gelmişti aklıma.. diyordu ki: Bir saatin referansı yine başka bir saattir. Zamanın ve saatlerin gerçekliğinden emin olunabilir miydi? Kaç yılımız var, kaç mevsim, kaç saat daha? Şuan burada olmayı istiyor muyuz? Emin olunamazdı hiçbir şeyden.

Birileri bizi kandırıyor olmalıydı (?) Bir korku filminin oyuncularından şişman ve gözlüklü olandık belki. Onun yaşadıklarını tecrübe edecektik ve sihirli ekranın önündeki izleyicilerden biri bağıracaktı bize, duyduğumuza inanarak: “Sakın girme o eve, geri dön!!!”

(E)

10 Ocak 2015 Cumartesi

Kreutzer Sonatı

Yalnız olmalı insan… İçinde yaşadığımız çağda ve bu çağın çok öncesinde de ince düşünüldüğünde yaşam ve ilişkiler, insanın kafasına birçok soru işareti takılıyor. Bir kadınla bir erkek ilk cinsel deneyimlerinden sonra kadın ve erkek olarak aralarındaki o saf sevgi bağını yitiriyorlar. O “ilahi aşk veya bağla” bir arada olmaları imkansızlaşıyor artık. Yani bir erkek bir kadına aşık olduğunda artık o aşkın saf ve temiz bir aşk olduğundan emin olamıyor bile. Kadın da emin olamıyor aynı şekilde. Dolayısıyla herkes hem kendinden emin, hem değil, hem güveniyor karşısındakine, hem de güvenmiyor. Bir süredir devam eden bir ilişkiniz varsa eğer ya da evliyseniz Tolstoy’un Kreutzer Sonatı’ndan Pozdnışev şöyle bir şey diyebilir size: “Herkes kendi ilişkisinin diğer insanlarınkilerden farklı olduğunu aslında diğerlerinin daha mutlu olduğunu düşünür, ama yaşadıklarımız aslında çok benzerdir.” Bir ilişkide tutku da vardır nefret de, ikisi hep var olmaya devam eder. Biri bitince diğeri devreye girer bu duyguların ve yok olmazlar.  Bir insana dokunursunuz, birbirinizle bedeninizi paylaşırsınız ve tutku hali sona erdiğinde, o kişinin yaptığı doğal bir davranış bile midenizi bulandırır ve uzaklaşırsınız o insandan. Bir süre sonra her şey başa sarar, tekrar aşkınız alevlenir. Ancak tehlikeli bir hal alabilir kimi zaman bu duygular, yaşayan bir varlığın nefes alıp verişlerine son vermek isteyecek kadar.
Tolstoy’un kitabından aklımda kalan birçok şey olmasına karşın bence en önemlisi bir insanın yalnız olması gerektiği düşüncesiydi. İnsan yalnız olmalı… Toplum kişinin hayata bakışını, davranışlarını şekillendirmesinin yanında kendi benliğimizden, doğallığımızdan ve içgüdülerimizden de uzaklaştırıyor aynı zamanda. Hipnotize olmuşçasına yürüttüğümüz yaşamımız, evlilikler, ilişkiler…

 Acaba her şeyin yolunda gitmesi ve saflığa bürünebilmesi için insanların düşünmeyi bilmedikleri döneme doğru tersine bir evrim süreci mi geçirmeliyiz? diye düşündüm...
(E)
Bir gece daha başlıyor şimdi. Gökyüzü maviliğinden çıkıp kızıl bir hal alıyor ve sonra renkler yerini karanlığa bırakıyor. Gölgeli ve biraz da tuhaf bir hüzün çöküyor kente. İnsanlar gecenin soğuk ve karanlığından kurtulmak için işlerinden evlerine doğru yol alıyorlar. Yürüdükçe kış mevsiminin yüzlerini yalayan soğuğunu hissediyorlar ve içlerini bir ürperme kaplıyor. Sonra bitmek bilmeyen adımlar ve eve yetişme çabaları. Bir başka günün hazırlığına başlamak ve yine kendi hayatlarına yetişmek için ezberlenmiş bir ritüel gibi her şey. Gidebilecek bir evleri olanlar kendilerini biraz daha şanslı hissediyorlar belki. Sığınacak bir dört duvar bulamayanlar  için ise kış ayları bir kabus içinde geçiyor.  Tanrı onları unutmuş sanırım diye düşünüyor insan. Aslında tanrı herkesi unutmuş olmalı şu sıralar. Hiçbir şey adil bir şekilde ilerlemiyor. Bir kaosa doğru yol alıyoruz. Kendimize sığınacak bir yer bulduysak gidebileceğimiz dört duvarımız varsa  kendimizi şanslı hissediyoruz. 
“Evet evet mutluyuz!”  dışarıda kalanları, savaşlarda ölen çocukları, şuan acılar içinde olan ve belki de yaşamını sonlandırmakta olanları, ötekileri, daha doğrusu ötekileştirdiklerimizi aslında hiç mi hiç umursamıyoruz. Mutlu ve benciliz. Umursuyor görünüp de umursamamak. Bence sayın tanrı uyanmalı uykusundan ve el atmalı dünyamıza/insanlığımıza.

(E)
Mumun sarı ışığı vuruyor duvara,
ve kadının yüzüne
- kadının kalemine
Kocaman bir silüet var duvarda şimdi
Kadının silüeti
ışıkların etkisiyle büyüyen kendi
bedeninin silüeti..
-Karanlık-
Mumun ateşinde yakılan bir sigara daha
Sigaranın yanan ucu turuncu
-Kadının dudaklarında
Mum tükeniyor
Karanlık büyüyor -usul usul-
Kalemin gölgesi sayfada şimdi
iz bırakıyor her dokunuşta geceye
-Zaman- durmuş olmalı.
bir şeyler arıyor kadın belli
ve bulamıyor onu kendinde.
Mumun alevi dans ediyor şimdi
kadının soluk alıp verişlerine karşılık
Kimsenin bilmediği bir ritüel var
Gecede
Karanlık büyüyor, mum tükenirken
Silüetler geceyle bütünleşiyor -usul usul-

(E)

9 Ocak 2015 Cuma


   Geçmişim ve geleceğin gölgesindeyim. Üzerime çiğ yağmakta, hafif ıslak buyüzden kirpiklerim. Parmak uçlarım soğuk. Kimsenin haberi olmadan uzaklaştım ordan. Yüzyıllık çelişki çanları izbe karanlıkta hâlâ çınlıyor. Karanlık soğuktur. Ruhani çığlıklar içinde gecikmiş felaketler. Nitekim gerçektir hissettiklerin.
   Yolun yarısı bile değil, kim bilir ne renkleri var bu gerçekliğin. Korkunun rengi yoktur. Çok renkliliğin adıdır korku.
   Bedenim yorgun bir körpe. İnce sezgilerle yaşıyorum. Beden ve ruh soğukluğuna tutulmuş gibi. Sarmaş dolaş olmak istedim bu sefer  ama kollarım yine kendime dolandı. Bir masalın renksiz kalıntıları günler. Oysa hayat çok daha ötede bir toz bulutu. Akan zaman; bizim için sandığımız bir yalan.
   Bedenimin gerçekliği kadar mutluluk beklentisi bu garip bir silsile. Edebi ve ebedi,fuzuli işler mıntıkası; vurdum duymaz olunmalıydı.
   Bir ezgi gibi gelip geçici ve anlık. Tırnak içlerim dolmuş hayatla. Miğdem ağzımda çalkantı bu kaostan. Neşem dudak kıvrımlarımda üşüyüp duruyor...(D)


Konu hep aynıdır!

- Neden böyle düşünüyorsun?
 -Nasıl düşünüyor muşum?
- Böyle işte karamsar.
- Karamsar! Kara-kara denen güzel bir renk- aklıma gelen.
- Siyah mı? Düşüncelerin.
- Siyah kadar olamamışım.
- Neden siyah olmak isteyesin ki?
- Beyaz mı olayım mesela?
- Neden olmasın beyaz hoşuna gitmez mi?
- Çok sıradan , uzak doğuda beyaz yas rengidir, farkı ne siyahtan?
- Daha aydınlık en azından.
- Aydınlığa kimin ihtiyacı var!?
- Kimin karanlığa ihtiyacı var!?
- Konumuz tam olarak neydi?
- Bahsetmek istediğim sensin...
- Benim bahsedilecek bir yanım yok, insanlıktan bahset.
- İnsanlık senden ve benden başlıyor tamda burda.
- Biz olabildik mi? Bizden olmuş mu?
- Karamsar olmakla kalmayıp karmaşıksında.
- Bu seni rahatsız mı ediyor?
- Hayır! Seni anlamamı istemiyorsun.
- Saçma!
- Değil
- Hiç birşeyi anlamak zor değil
- Öyleyse beni anladın. Peki ne anladın?
- Evet. Sevişmek istiyorsun...(D)

7 Ocak 2015 Çarşamba

Oda karanlık-karanlık soğuk
Adım seslerini duyuyorum
ve sonra sesin..
duyduğum sen misin? karanlığın içinden
ay vurmuyor pencereme ve yıldızlar sönükler
duvarları kaldırıp atamıyorum üzerimizden
-Ev karanlık- karanlık soğuk
bir mum yakıyorum şimdi
ve ısınıyorum eriyip ellerime değdiğinde
Boğuk bir şiir mi okuduğun / kesik kesik
Anlayamıyorum seni!..
ev karanlık- korkularım- soğuk
sigara dumanı dolduruyor odayı
kötü kokular siniyor evin her köşesine
Midem bulanıyor kimi zaman-
Tütsü yaksam hayatıma-geçer mi bu karanlık diyorum
bir de şiir okusam kendime..
...şimdi Sustun
ev karanlık
karanlık soğuk
korkularım da..
ve sen yoksun
(E)

6 Ocak 2015 Salı

  Güvercin tüyü

    Yanılsamanın iki ucunda tutuşmuş kor. Elleriniz yanıyor. Kalpleriniz kuruyor. İnsanın insanla, insanın doğayla savaşı ve geçmişin yanılgıların biriktiği bir çanta var omuzlarınızda. Tüm gerçekliğine rağmen itelenmiş, ötekileşmiş yapay tümceler. Şimdi soruyorum kaç gününüz kaldı tüm hesaplamalara göre. Firarda olan kaç insanınız var? Yaldızlı pencere pervazlarından baktığınız gibi mi dünya? Süslü paçavralar altında saklanıyor mu sıradan derileriniz? Yüksek fildişi kulelerinizde ötekilerden uzakta mutluluğu sakladığınız o kutuların arasında tüm zenginliğe sahip olmak isteyişiniz ah nede çirkinsiniz...
   Köleliğin altında çatal iğnelerle tutturulmuş oyuncak insanlar. Modern hayatın sadık hizmetkarları. Bir avuç dolusu ahmak züppenin sözleri ucunda bekleyen ve hiç önemi olmayan birer imla hatası gibi insanlığın yarıdan fazlası. Söz söyleyenler ve uygulayanlar. Kara; ötekileşmişliğin rengi, yoğun ve debdebeli.
   "Yıkılmış" tarihler ve şehirlerle adı var olmuş imparatorluk ve üstünlük imzasını atmış ey nevi şahsına münhasır, toprağın altında yatan senin fâniliğin... İbretlik hikayeleri var dünyevi boşluğun. Kendisi insandır. Doldurduğunu sanar dünyayı ama öyle ya fânilik her canlının en büyük hatası. Ve koyalım hadi masaya tüm kozlarımızı; ellerimizde olmayanları. Tüm bu ışıklar altında günümüz perspektifinin yanılsama gerçekliği. Işığın gösterdiği yerde tek başına duran fâni yolun yarısına gelene kadar kaç feda etmişliğin var. Durup nefesini kontrol et yaşıyormuyum diye ve yaşam dediğinin tüm insanlık için aynı olup olmadığına bak. Çünkü kimileri asla yaşamıyacak...(D)
Öleceğim bir sabah güneş doğarken
Işık dolacak bedenimden içeri
Erken olacak belki, ama güzel bir an
Tamamlanmış hissedeceğim işte o zaman
Üzerime annemin kokusu sinmiş
Bedenime bakacağım son bir kez
Çoktan ölmüş babamın hayaliyle
Gideceğim
Ve sonrası uzun bir sessizlik
Yeniden doğuncaya dek
(E)
Doğulu bir ezgi kulaklarımda
Acısı yüzyıllardır ruhumuzu kanatan
Nice ölümler, nice umut kırıklıkları
Yaşlı bir kadının yüzünde saklı hepsi
Kadınlarımızın..
Nice kayıp ruh dolaşır da aramızda
Duymaz mısınız hala sessiz çığlıklarını...
(E)

4 Ocak 2015 Pazar

Bir noktada her şey anlamsız aslında, yani düşündükçe öyle. Girdaplarımızda kayboluyoruz. Büyük gelgitlerimizi aşk sanıp, (öyle olduğunu umup) bir boşluğa sarılma ihtiyacı duyuyoruz. ama o boşluk sadece bize çıkıyor. Aslında bize sarılan kendi kollarımız. Kendimize sarılmalıyız. (E)
....Kendimi kimi zaman zamanın içinde ve farklı bir yerde hissediyorum. Gece çökünce kendini buluyor gizli kalmış tüm ifadeler. Biraz korku biraz da heyecan duyuyorum böyle anlarda. Ölümün beni uyku anında yakalamasından korkuyorum. Yanlış anlaşılmasın ölüm değildir korkulan yeterince yaşanılmamış olma düşüncesi. İç sesim her zamankinden daha fazla konuşuyor.  Odamda ki küçük turuncu balık eşlik ediyor sanki tüm bu hislerime. O ne düşünüyor acaba bu konuda. Konuşabilseydi neler paylaşırdık onunla bilmiyorum. Ama belki o da korkuyordur ölümün onu bulacağı anın o küçük akvaryumunda yalnız başına olmasından. Belki de büyük bir balık tarafından yenilmektense tercih ettiği ya da tercih etmeye mecbur bırakıldığı bir ölüm şeklidir onun için.... (E)
Her yeni tanışıklıkta içimizden bir parçayı armağan ederiz karşımızdakine. Eksiliriz. Çünkü bizden söküp giden parçaların yerine uygun bir parça gelmez çoğu zaman. Tıpkı bir puzzle gibi. Ya olduğundan küçüktür yerine aldığımız parça ya da olduğundan bir hayli büyük. Büyük olan da dolduramaz ki eksilen yeri. Aksine oturtamaz ve parçalarız içimizdeki resmi. Eksiliriz sonra eksilen parçaları boşluk olarak tanımlarız dalgınlık anlarımızda. Neden böyle ya da nasıl olmalı bilinmez. Ama bildiğim bir şey var bir resimde parçaları bir arada tutan boşluklardır denir ya belki de bizi de bir arada tutan şey o boşluklarımız. Belki de eksilen yanlarımızla eksilen ruhları tamamlıyoruzdur kimbilir? (E)


Düşler, yıldızlar ve bir parça şiir


Hayal kurmak istedi bu gece. Nasıl yapılacağını unutmuş olmalıydı. İhtiyacı olan karanlık ve gökyüzüne serpiştirilmiş yıldızlardı. Duvarlar canını sıkıyordu. Duvarları üzerinden kaldırmak ve bu hapsolmuşluktan kurtulmak istiyordu. Duvarlara seslendi “Hayatları gizlemek neden?”. Cevap verdi duvarlar “Başka seçeneğimiz yok. İnsanların olmamızı söylediği yerdeyiz, bizi sizler yönetiyorsunuz. Örülmeye başladığımız ilk andan itibaren buradayız aynı noktada… ve başka ihtimal yok bizim için. Biri gelip bizi yıkana kadar varoluşumuzu sürdürmekten başka.” Sonra sustu duvarlar, onu kendi düşünceleri ile baş başa bırakmanın en iyi olacağını düşünerek. Duvarlara baktı başkahraman. Duvarın acısını içinde hissetti. Ama artık kendini daha iyi hissediyordu. En azından gidebileceğini biliyordu düşleyeceği yerlere. (Acaba!)  (E)


Şiirler büyülüdür ve gece için bir şiir Pablo Neruda’dan…

Unutmak Yok

nerelerdeydin diye sorarsan
'hep eskisi gibi' diyeceğim.
toprağı örten taşlardan söz edeceğim,
sürdükçe kendini harcayan ırmaktan;
ben yalnız kuşların yitirdiklerini bilirim,
gerilerde kalan denizi bilirim, bir de ağlayan
ablamı.

neden ayrı adlarla anılıyor ülkeler, neden
günler
yeni günleri izliyor? Neden koyu bir gece
birikiyor ağızda? Neden ölüler?

nereden geliyorsun diye sorarsan bölük pörçük
kelimelerle konuşmak zorundayım,
ağzı zehir gibi yakan araçlarla,
çoğu çürümeye yüz tutmuş hayvanlarla
ve avutamadığım yüreğimle.

andaç değil yanımızda götürdüklerimiz
unutuşta uyuklayan sarımsı kumru değil,
yaşlarla kaplı yüzler,
boğazımıza yapışan eller
ve yapraklardan sıyrılan şey:
aşınmış bir günün karanlığı
acıyı kanımızda tatmış bir günün.

işte menekşeler, işte kırlangıçlar
bize sevinç veren ne varsa,
geçici ve küçük duyarlıkların
yan yana göründüğü süslü kartpostallarda.

ama bu sınırın ötesine geçmeliyim,
dişlemeliyim sessizliğin çevresindeki kabuğu,
ne karşılık vereceğimi bilemem:

öyle çok ki ölüler,
ve öyle çok ki al güneşle yarılmış hendekler,
ve öyle çok ki gemilere vuran miğferler,
ve öyle çok ki öpüşlerle kilitli eller,
ve öyle çok ki unutmak istediklerim.

2 Ocak 2015 Cuma

Hiçliği paylaşmak

Hiçlik bile paylaşılabilir oysa. Hayatı paylaşabiliriz mesela. Bir evi, bir odayı, bir yatağı, bir müziği ve sessiz bir geceyi. Evet! Bir geceyi paylaşabiliriz, ellerimiz tenlerimizde yankılanırken kaybolabiliriz karanlıkta ve elbette karanlığı dahi paylaşabiliriz. Gözyaşlarımızı, vahim yalnızlıkları, kuşları, ağaçları tüm dünyayı oysa, paylaşabiliriz. Geçmişi ve geleceği paylaştıkça bütünleşebiliriz...(D)

Ah elma!

   Giderek yalnızlaşmak, duvarlar örmek daha da, yaptığımın başka bir anlamı yok , sadece anlamsızlık kaplayan beynimi. Dünya ölsün.
   Ne gece gece olsun, ne gün güneş görsün. Kopsun kıyamet tıpkı beynimde olduğu gibi. Bir şuur kaybı tüm gördüğüm, gördüğüm kadar mı bu gece? Yoksa algım sonsuza mı açık?
   Dünyaya boğulmuş dört bir yanım. Geçmiş ve gelecek handikap, ilenç bu gece.
   Fevkalade yalnızım masadaki elmayla. Kalemin ucu bile daha gerçek benden. Siper amış sözcükler, kaçıyorlar beynimden. Sigara kağıdına sarıp kendimi, yakıp, dumanını çekip içime evrene üfleyesim geliyor.
   Ah elma bir ısırık alınıp bırakılmışsın benim gibi, her şey gibi. Karış karış karışığım. Yokluk, yoksulluk, hiçlik derinde bir yüzey gibi fukara ve terk edilmiş. Nasıl da dumanlısın sigaranın yanan ucu, seninde işin zor, yanıp durursun yavaş yavaş tükenmeye.
   İç hesaplaşmalar, saplantılar, korku imparatorluğuna bir zalim zulmü beyin. Fiyasko içerikli bir kitap gibi hisettin mi sen hiç kendini? Veyahut güzelliği unutulup terk edilmiş bir deniz kıyısısındır. Kaçamıyorsun öyle değil mi kendinden? Onca bilmişliğe rağmen dönüp dolaşıp yine bir hiçliğin içinde mi buluyorsun kendini? Hep bir yineleyiş, yeniden dile getiriliş olamazsın. Aitte değilsin,çünkü rüzgar yön veriyor çizdiğin yola. Ama fazlası değilsin azı ise asla! ...(D)

1 Ocak 2015 Perşembe

Kimi şarkılar iz bırakır ruhumuzda..Hep varmışlar gibi yaşamın başlangıcından, bizim başlangıcımızdan bu yana. Şarkılar güzeldir öyleyse bir sigara daha yakmalı şimdi.