Yalnız olmalı insan… İçinde yaşadığımız çağda ve bu çağın
çok öncesinde de ince düşünüldüğünde yaşam ve ilişkiler, insanın kafasına birçok
soru işareti takılıyor. Bir kadınla bir erkek ilk cinsel deneyimlerinden sonra
kadın ve erkek olarak aralarındaki o saf sevgi bağını yitiriyorlar. O “ilahi
aşk veya bağla” bir arada olmaları imkansızlaşıyor artık. Yani bir erkek bir
kadına aşık olduğunda artık o aşkın saf ve temiz bir aşk olduğundan emin olamıyor
bile. Kadın da emin olamıyor aynı şekilde. Dolayısıyla herkes hem kendinden
emin, hem değil, hem güveniyor karşısındakine, hem de güvenmiyor. Bir süredir
devam eden bir ilişkiniz varsa eğer ya da evliyseniz Tolstoy’un Kreutzer Sonatı’ndan
Pozdnışev şöyle bir şey diyebilir size: “Herkes kendi ilişkisinin diğer
insanlarınkilerden farklı olduğunu aslında diğerlerinin daha mutlu olduğunu düşünür,
ama yaşadıklarımız aslında çok benzerdir.” Bir ilişkide tutku da vardır nefret
de, ikisi hep var olmaya devam eder. Biri bitince diğeri devreye girer bu
duyguların ve yok olmazlar. Bir insana
dokunursunuz, birbirinizle bedeninizi paylaşırsınız ve tutku hali sona
erdiğinde, o kişinin yaptığı doğal bir davranış bile midenizi bulandırır ve
uzaklaşırsınız o insandan. Bir süre sonra her şey başa sarar, tekrar aşkınız
alevlenir. Ancak tehlikeli bir hal alabilir kimi zaman bu duygular, yaşayan bir
varlığın nefes alıp verişlerine son vermek isteyecek kadar.
Tolstoy’un kitabından aklımda kalan birçok şey olmasına
karşın bence en önemlisi bir insanın yalnız olması gerektiği düşüncesiydi.
İnsan yalnız olmalı… Toplum kişinin hayata bakışını, davranışlarını
şekillendirmesinin yanında kendi benliğimizden, doğallığımızdan ve
içgüdülerimizden de uzaklaştırıyor aynı zamanda. Hipnotize olmuşçasına
yürüttüğümüz yaşamımız, evlilikler, ilişkiler…
Acaba her şeyin
yolunda gitmesi ve saflığa bürünebilmesi için insanların düşünmeyi bilmedikleri
döneme doğru tersine bir evrim süreci mi geçirmeliyiz? diye düşündüm...
(E)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder