30 Aralık 2014 Salı

Boş hoş zamanlar

Bacaklarını bacaklarıma dola ve uyu benimle dedi ağaç; parmak uçlarıma bulaş. Dudaklarımdan sızıp iliklerime karış, ben ol hadi. Gözlerim ol, ellerim ol; gör benim için, dokun kaybol bedenimde. Varol dudağımdaki çizgilerde farket izlerimi. Kalbimi al sakla avuçlarında rüyalarımda can bul. Çünkü yüzümdeki tebessümde yer edindin sen, ömür çizgimde yol aldın...(D)

Dur diyorum dur! Nefes al ve bekle. Düşünemiyorum. İçindeyim her şeyin ama olmak zorunda olduğum bir zamanın ve mekanın dışına çıkmak istiyorum. Sorumluluklardan (yapmak zorunda olduklarımdan) nefret ediyorum. Yani işin aslı hapsolmuş hissediyorum. Sanki beynimin içinde zehirli bir böcek varmış da zehrini bırakmış. Beynimin yavaş yavaş öldüğünü hissediyorum. Sistemden, sistemin dayatmalarından uzakta olmalı insan. Kendi olabilmesi için ait hissetmediği yerin dışına çıkabilmeli. Belki gitmek gerekiyordur nedenler ve sorular içinde kaybolmadan. Başka bir şekilde yaşamak mümkün mü? Düşünemiyorum…
(E)
Uzun ve sessiz bir zamanın içindeyiz
ellerimiz bedenimize yük
sallanıyor boşlukta
yağmur-soğuk-caddeler
ve bir tren kompartımanı
acı bir yolculuk başlıyor şimdi
istasyonlar bana hep ölümü hatırlatıyor
(E)


27 Aralık 2014 Cumartesi

Seviyorum yaşamın bana hissettirdiklerini. Hiç tanımadığım herhangi biri ile konuştuğum üç beş kelime ve onu bir daha belki göremeyeceğimi bilmenin hafifliği ile mutlu oluyorum. Gizem bu olmalı. Tesadüfen birileri ile karşılaşmak ve onların sana kattığı belki birkaç bilgi belki sadece bir gülümseme. Bir keresinde bir yolculuk anında aynı zamanı ve mekanı paylaştığım ve yüzünü göremediğim birinin iç sesine özgürlüğü vadettiğini gördüm. İç sesini bastıramayarak şarkı söylemeye başlamıştı kalabalığın içinde. Eski bir şarkı sözleriydi bunlar ve etrafındaki kimseye aldırmadan dökülüvermişti dudaklarından. Şarkı sözleri değil belki ama o adamın kendini önemseyişiydi beni etkileyen taraf. Bir keresinde ise bir tren garında aynı bankı paylaştığım bir kadın bana ruhunu sıkan tüm kötü olayları anlatmaya başlamıştı o beş on dakikalık sürede. Beni bir daha görmeyeceğini bilmenin hafifliğiyle bir parça rahatlamıştı.
Hayatın sıradanlığı kimi zaman sıradanlıktan uzakta diyor iç ses bana böyle anlarda. Hayatımız bir birine eklenmiş ufak anlardan ibaret. İçini doldurabildiğimiz o ufak zaman dilimlerinden. 
(E)

Nasıl anlatmalı içinde yaşanılan zamanı?
Hangi kılıfa sokup da taşımalı geleceğe.
Korkuyorum bazen-iç sesim yanımda olsa da- ben hep yalnızım.
Hem sonra nasıl emin olabilirim ki beni bırakıp gitmeyeceğine bir gün?
Ruhuma mı ait yoksa bedenime mi..
Ne büyük bir çelişki yaratıyor bu düşünce zihnimde
Daha mı mutlu olurduk
Acı silinseydi yeryüzünden?
Sözcüklerim de ben gibi 
tutarsızlar anladım.
Anlamda görünmeyeni aramak boşuna artık
Boşvermişlik var bir kadeh şarap ve sigarada..
Öyleyse boşverelim her şeye.
yaşanılan anın dışında her şey
bizim dışımızda değil mi zaten?
(E)
(Şarap tanrısı olacağım birgün)

Gitmek üzerine



Gitmek fikri hem iyi hem de kötüdür bana sorarsanız. Ama asıl gerçek olan şey her insan biraz gitmeye ihtiyaç duyar. Bir şeyler yolunda gitmediğinde ya da her şey yolunda gittiği halde yaşam bir rutine bindiğinde veya hayal kırıklıkları yaşadığında gitmek ister insan. Bir şehrin büyüsü kalktığında bir süreliğine gitmek ister.  Farklı şeyler bulacağı umuduyla gitmek ister. Farklı yaşamları kendi yaşamıyla kıyaslamak istediğinde gitmek ister. “Çok okuyan değil çok gezen bilir” deyimini duyduğunda nedensizce gitmek ister. Daha iyi para kazanmak ve yüksek yaşam kalitesi için gitmek ister. Nadiren de olsa kaset çıkarıp ünlü olmak hayaliyle gitmek ister. Birine aşık olup o nereye giderse onun peşinden sonsuza dek gitmek ister. Acılarını mutlulukla takas etmek istediğinde gitmek ister. Bazen ruhu gitmek ister mecburen o da gitmek ister. İç ses başının içini kemirmeye başlar dayanamaz buna koşarak gitmek ister. Bazen bunun bir nedeni yoktur ya gitme düşüncesini içinde tüketene kadar gitmek ister. Her ne olursa olsun insan hayatının bazı zamanlarında gitmek ister. Ama gidenler değil kalanlardır gidenin bıraktığı boşluklarda kaybolan.

(E)


Ruhum azap çekerken
Bilinmeyenin kollarında
Bir şeyler arıyorum
Tanıdık bir koku, ezberlenmiş bir tebessüm
Yaşam kokan gözbebekleri
İçimdeki çocuktan bir kadın yaratıyorum
Bilinmeyen herkesleşiyor, kaybolan ruhlara karışıyor
Ruhsuz bir bedene dönüşüyor evren
Kendi yalnızlığında, acımasızca kötülükler yapıyor
Kayıp ruhlarla saklambaç oynuyor
Birileri bilinmedik bir şeyler arıyor
Söbeleyecekleri bir ruh sonunda
Tam ulaşacakken eksik olana, ruhlar yer değiştiriyor
Kayboluyor aranılan, tam bir fiyasko
Parmak uçları dokunurken bir başka ele
O el sıradanlaşıyor
Dokunmadan önceki zaman dilimi kadar heyecanlandırmıyor
Farklı, bilinmeyen ama tanıdık insanlar
Ruhum azap çekiyor her tanıdıklıkta
Parmak izi her insanda farklıyken neden farklı dokunmuyor başkalarından
Caddeler boyunca yürüyen ruhsuz bedenler
Ruhunu bulamamış yaşlı bedenler ölüyor bir yerlerde
Ölüyorlar ölümü yaşamadan
Mekanik bir makine evren
Azap çekiyor caddede annesini kaybetmiş kayıp bir çocuk
Korkuyor var gücüyle
Annesine her benzeyen kadının peşinden koşuyor umudu umarak
Bir yerlerde bir kadın saçlarını tararken ruhsuz bir adamı öpmeye hazırlanıyor
Ruhum azabı yaşıyor

(E)

Geride bıraktığım gölgelerim zamanda büyük bir yer kaplıyorken neyden korkabilirim ki? Dünyada kapladığım yerin sınırlarının küçüklüğünden öte evrene etkim sanıldığından da büyük. İç içe geçmiş ve sonsuz uzunluktaki bir zincirin sadece bir halkasından ibaretim -kabul. Ama benim kırılmam demek zincirin kopması, dolayısıyla o güçlü ve uzun etkisini kaybetmesi anlamına gelmez mi?

Eğer evrene etkimiz güzel bir enerji ise o zaman bizden sonraki halkaların etkisi de güzel olacaktır. Öncekiler kötü olsalar da evrenin enerjisini değiştirmek elimizde..

Bir resimdeki unsurları birleştiren etki boşluklar ise belki  bizim de evrende varolmayı tercih etmemizin nedeni de boşluklardır (?) Din gibi. Boşluğu inançla doldurmaya çalışıp doldurulan boşluklarımızdan korkuyoruz!?

(E)

26 Aralık 2014 Cuma

  ÇİZGİSİZ KADIN

 Gelşmiş dünya şartlarında yetişkin zihinlerde hapsolmuş yaratıcılık gösterileri. Açık ufuklarda, morarmış göz altlarıyla ağlamaklı fikirler. Devinimin içinde çizgiler kayboluyor. Kadınlar, geçmişin kadınları; uzun zaman çizgisiz gezen kadınlardı. Kadınları silen silgiydi erkekler.
   Bir etek altı muhabbetidir almış yürümüş. Bir sütyen kopçası kadar derin sorunlar var zihinlerde. Yanlış kişilerin ellerinde yanan mumlar gibi eriyor doğru. Bir dönüp baktığında ardına zifiri karanlıkta kalmış kadınlar topluluğu. Mahçup elleri kirli ve yağmur dolmuş dudak kıvrımlarına. Rüzgarla dalgalanan saçları günahkâr. Dört duvar mahkumu, ve özgür sadece erkek aklında. Kadın;varoluşun simgesi, toprak kokusu yağmur sonrası.
   Gizli bir kırmızı göz kırpıyor kapı aralığından ve şehvet dolu sesi yatak çarşaflarında kayboluyor hezeyanla. Tutunup tutuşmuş kirlenmiş sözcüklerde adı "kahpe". Soğuk bedeni ısıtsın diye bir yabancıyı, yol kenarında adım başı bekliyor mini etek, file çorap; korkunç bir yalnızlık mahkumu.
   Ve gelişi güzel sarfedilen sözcükler dağılmış yol kenarlarına. Işıklı güzel geceler, ışıkla güzelleşmiş boş geceler. Vızıltı fısıltı, bağırış haykırış; kadın sesi. Liğme liğme bir hayat korkunun parmak uçlarında. Kilit vurulmuş düşünceler bir örtünün altında tozlanmasın diye saklanır. Derin bir uykudan sersem bir öpücükle uyanması beklenen kadın. Muhtaçlığın sahte varlığı altında ezilmiş, büzülmüş ve katlanıp bir rafa konmuş... (D)

25 Aralık 2014 Perşembe

Gün biter-dilsiz bir şehre bürünür zaman
Yıldızların şarkısı duyulur sadece hiçbir dilde tarifi olmayan
Gün biter kumsal ve deniz tüm maviliği ile oradadır
Hırçınlaşır kimi zaman denizin şarkısı
Kimi zaman ise kumun sakinliğine uyum sağlar ifadeleri
Gün biter-güzelleşir şehir-gecenin ışıltılarıyla
İnsan olduğu zaman diliminden çok ötede hisseder kendini
Bir romanın bir paragrafındaki kahramandır artık
ya da bir ressamın tablosundaki gizli kalmış ifade
Sadece dikkatli gözlerin görebileceği
Karanlıkla boyandığında daha güzeldir bir şehir
Güneş bir aldatmacadır oysa yıldızlardır gerçek olan
(E)

AŞK
Ucube kaskatı suratıyla geldi dikildi karşıma. Kurtulmak istediğimi peşimi bırakmasını çok kere söyledim ama o;hayır pek inatçıydı. Gitmemekte kararlıydı hani! Ben geldimmi öyle kolay gitmem madam!dedi. Şaşırıp kaldım, böyle inatçısını da ilkkez gördüm doğrusu. İnatla yerleşti içime ; benim vaktim bol diyecek kadar da ukâla. Çok yoğundu. Ne menem bir duygusun dedim, hep susar daha çok acıtır. Bu konuda çok iyi olduğunun da hep çizer altını. Zihnimin dehlizlerinde dolaşır durur avare,serseri. Bir bilinç kaybıdır kendisi. Uzunca zamandır sabırla dikilir karşımda. Şekli yok,rengi yok,kokusu yok ama hissetmek çok kolay onu. Bir dokunuşta çıkar ortaya...(D)

24 Aralık 2014 Çarşamba

Koşmak istiyorum kilometrelerce, organik bir yapıdan ibaret olduğumu farkedip adelelerimin seyirişlerinde önemsizliğimi anlamak... (D)

Bazen konuşmaya sarılmaya öyle çok ihtiyacım oluyor ki kalkıp yürüyüşe çıkıyorum...
Soyut yalnızlık
Dengesizlik diz boyu. Fevkalade yalnızlık bir köşede oturuyordu.Kalktım, kahve yaptım; şekersiz sever yoğun acı kahve tadı. Birkaç bakış açısı koydum masaya bir iki denedik yorulmuştuk. Artık uyuyalım mı? Dedi kalktık uyuduk. Yalnız uyuduk, ayrı uyuduk, geceye uyuduk. Sonra sabah oldu fevkalade yalnızlık uyanmıştı erkenden, biz asla kahvaltı yapmadık ve hep yalnızdık. Birbirimize baktık, sustuk kalkıp çıktık. Yağmur vardı; yükselen toprak kokusuyla yürüdük. Fevkalade yalnızlığın ellerinden tuttum. Fevkalade yalnızlık felaketti senle yaşamak, sorunluydu dengem, dengesiz görüntüm dengeli yansımıyordu elbet duvara, duvarlarda kayboldum.
                                         (D)

23 Aralık 2014 Salı

Doğanın çağrısıyla güneşin suda yansıması gibi, gözlerin gözlerde yansımasıdır aşk. Kimi zaman eksiltili ve idealize bir kavuşamamanın Platonvari bir alegorisi, Adem ile Havva ya da Jack London'un ağaç insanları, Meryem'in tanrısal aşkı ya da Hades'in zulmü ve aileden kopmanın, baharın yerini kışa bırakmasının bir sahnesidir Rafuel'in tablolarında, veya köprü üstü aşıklarında. Bir kopuştur tüm kurallardan, tabulardan ve kentin yanılsamalı popülist gösterisinden uzak, güneşin batışı ve kumun resmidir.

İç ses'e kulak vermekte yatıyor her şey

Yaşamın gizi avuçlarında
Neden yürüyorsun var gücünle?
Yaşama geç kalmış gibi, koşar adım.
Uzakta değil aradığın
Tüm soruların cevabı sende
Bir nehir kenarında
Ya da sarı kumlarla kaplı bir çölde 
-bulacaksın özünü
Belki bir Çingenenin yüzünden
Bir boyacının kirlenmiş ellerine 
-yolculuk edeceksin
Bir kelebeğin kanadına takılarak
İzleyeceksin yeryüzünü - yıldızların üzerinden
Kimi zaman buz kesecek vücudun
ve soğuğu da seveceksin-sıcağa ulaştığında
Her yeni cevapta daha çok bağlanacaksın ruhuna
Kendini sevmeye başladığında
Yaşamın gizemi ayaklarına gelecek zaten
Sevmeyi öğrendiğinde görmeyi de öğreneceksin
Sonra farketmeyi tüm ayrıntıları
Ruhun dans edecek sonsuza dek evrende..

(E)

Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim! Diye başlıyor bir şarkının nakaratı. Kişinin yalan söyleme eylemi karşısındakinin isteyip istememesi ölçüsünde bağdaştırılıyor gibi. Oysa yalan nedir ki? Bana sorarsanız ya gerçeğin tam zıttı bir söyleyiş ya da gerçeğin biraz yumuşatılarak içinde bulunulan zaman ve mekan olgusuyla dönüşmesi.

Kişi bazen gerçekleri duymaktan öte yalanlarla yaşamayı kabullenir sonunda incineceğini bile bile. Şarkı sözleri de bu şekilde devam etmiyor mu zaten: incinirsin..yine de sen bilirsin. Yinede sen bilirsin diyorken dudaklarım ruhum beynime engel olamıyordu sanki zapt edilmesi zor bir hayvanı tutabilmek gibiydi içimde yaşamakta olduklarım…
Bence insanın en büyük yalanı yansımasıydı. Hangi insan kendi yansımasıyla dalga geçerdi ki? Bence en büyük yalanları ayna söylerdi insana. Neden mi? Anlatayım hemen. Bir gün aynanın karşısına geçtim ve dikkatlice baktım. Sağ kolumu kaldırdım ve yansıma sol kolunu havaya kaldırıyor ve beni yanıltmaya çalışıyordu. Dur dedim kendi kendime!!! Biraz bekledikten sonra tekrar aynaya baktım. Bu kez olmayacak, ayna yalan söylemez dedim kendi kendime. Sonra sağ gözümü kırptım ve aynadaki yansıma sol gözünü kırptı bana!!! Kinlendim ve aynayı hemen duvardan söküp inceledim biraz. Sonra fark ettim ki aynanın arkası siyah ve karanlık!!! Neden dedim neden? Beni yansıtan bir şey nasıl siyah olabilirdi ki ?
Sonra aynanın siyah kısmına sır denildiğini öğrendim, aynanın bir sırrı olduğunu ve insanlara yalan söylediğini gördüm.
Ve işte tam o zaman anladım yalanların insanın kendisinde başladığını, inanılması kolay ve etkisinden çıkması zor olduğunu. Bildiğimi anlattım tüm dünyaya biraz deli gözüyle baktılar bana ama umursamadım ve anlattım. İslamiyet bile bu kadar hızlı yayılmamıştı biliyordum… (E)
Uyan artık
Doğsun güneş karanlık geceye
Gözlerinde hayat bulsun dünya yeniden
Gözleri dünya kokan adam
Seninle anlamlaşıyor her şey
Yeni ve yeniden...
Hep olduğum bir yerin 
hiç olmadığım bir yerinden...

Uyan artık
Gülüşü 'umut' kokan adam
İnsanlara umut edebilmeyi öğret
Aydınlat onları beni aydınlattığın gibi
Güneşinden parçalar dağıt onlara
Senin güneşin bitmez...
İçinde sonsuz bir ışık barındırır ruhun
Sonsuz bir umut barındırır gülüşün

Uyan artık
Elleri ölüm kokan adam
Her şey hayata dair
Uyan ki bütün korkular kaybolsun...
(E)

Titrek mumun alevine eşlik eder esen yel
Perdede bir kadın gramofonda eski bir şarkıya eşlik ederken
Kapıda belirir adam
Bir bıçak gibi keser sessizliği
adamın gelişi
Yağmur çiselerken odanın penceresinden içeriye
Anlar ki kadın;
kendi kendine konuşur durmadan.
Sesidir adama çarpıp kendine dönen,
sessizliği bozan..
Peki adam gerçekten var mıdır?
Yoksa başından beri tek başına mıdır kadın? 
(E)

21 Aralık 2014 Pazar



"Tunus asıllı genç sanatçı Emel Mathlouthi, Alamo kelimesinin yerine Palestine'i koyarak söyler bu defa şarkıyı.
"Naci en Palestine" yani "Filistin'de doğdum."
Bu haliyle yersiz yurtsuzluğun bir başka coğrafyasında yankılanır ağıt.."

Müzik her yerde-Her dilde-Aynı şekilde-Doluyor ruhumuza (E)
İçimin yükünü dışarıya atamıyorum, yazmak dışında. Şarap tadında yazmak istiyorum. Hayat güzel. Fakat kelebekler ölüyor bir yerlerde olanca güzellikleriyle. Zaman öylece akıyor. Yaşam, gecenin karanlığında ışık oluyor evlere. Bense zamanda öylece asılı kalmak istiyorum. Gölgem ayaklarımın ucunda. Hüzünleniyorum bazen buna. Gölgemle konuşmak istiyorum sessizliğin diliyle. Sigara dumanı doluyor odanın içine; sonra yavaş yavaş penceremden dışarıya süzülüyor. Özgürlüğe doğru… Her şey özgürlük için ilerliyor sanki. Tanıdık bir şarkı bozuyor sessizliği. Tüm şarkılar tanıdık geliyor bazen. Ruhuma notalar doluşuyor. (E)
Her yeni tanışıklıkta içimizden bir parçayı armağan ederiz karşımızdakine. Eksiliriz. Çünkü bizden söküp giden parçaların yerine uygun bir parça gelmez çoğu zaman. Tıpkı bir puzzle gibi. Ya olduğundan küçüktür yerine aldığımız parça ya da olduğundan bir hayli büyük. Büyük olan da dolduramaz ki eksilen yeri. Aksine oturtamaz ve parçalarız içimizdeki resmi. Eksiliriz sonra eksilen parçaları boşluk olarak tanımlarız dalgınlık anlarımızda. Neden böyle ya da nasıl olmalı bilinmez. Eğer ben bu boşluğu tanımlayacak olsaydım size onu içimdeki parçaların kayboluşu ve yeniden doğduğum anlar diye tanımlardım. Onur duyardım bununla. Eğer kalbinizi şeffaf bir şekilde görebilseydiniz siz de onur duyardınız. Pişman olmazdınız verdiğiniz parçalar için. Sizden gidenler için. Sizi başkalaştıran her bir tanışıklığa her bir tesadüfe mutlulukla bakardınız. İçinde kaybolacağınız bir boşluk yerine kendinizi her orada bulduğunuzda bundan tarifsiz bir huzur duyardınız. İnsan olmanın gerekliliği bu aslında çok takılmamak lazım. Ama bildiğim bir şey var bir resimde parçaları bir arada tutan boşluklardır denir ya belki de bizi de bir arada tutan şey o boşluklarımız. Belki de eksilen yanlarımızla eksilen ruhları tamamlıyoruzdur kimbilir? (E)
Hayat dörtnala bir koşuşturma kimi zaman
Nereye olduğunu bilmeden ama sadece içinde geleceğe koşma isteği
Bugünden uzakta bir merak dürtüsü belki
Gelecekteki gölgelerimizle biran önce buluşma isteği
Bazen öylesine geçirilen zamandan ibaret hayat
Öylesine yaşamın içinde var olmak
Hayatta kapladığımız iki adımımız ölçüsünde mutlu olmak